5 Mart 2010 Cuma

Herşey aşk' tan.....




(bir şeyleri okurken fonda hafif bir müziğin iyi gideceğini düşünüyorum, isterseniz "play" e tıklamak elinizde)

*************

Erken kalktım bugün, zira Avrupa yakasında buluşmam vardı. Karşı yakaya hatırı sayılır bir uzaklıkta oturduğumdan, randevularıma zamanında gidebilmem için mutlaka 2 (bazen yola çıkılan saate göre 2.5) saat önce yola çıkmam gerekiyor. Her sabah almam gereken hapı yutup önce giyindim ki, o arada biraz zaman geçsin hapın üstüne kahvaltı edebileyim diye. Bu hap mevzusu da ayrı bir hikaye unsuru aslında. (buraya bir nokta koyayım da daha sonra anlatmayı unutmayayım)

Kahvaltı ederken, pencereden genel hava durumuna baktım ve yüzüm aydınlandı. Evet ağaçların dalları rüzgar olduğunu belirten bir salınım içindeydiler ama öte yandan pırıl pırıl bir güneş vardı. Fakat hava, neredeyse ayrı bir ülkeye gitmiş gibi İstanbul' un iki ayrı noktası için farklılıklar sergilediğinden yanıma beremi ve atkımı da almayı ihmal etmedim. Yola çıkmak bana hep bir heyecan vermiştir. İçimde bir sürü soru ebecilik oynar durur.."bakalım bugün neler olacak?","hangi sokağın köşesinden karşımıza ne çıkacak?", "içime yapacağım yolculuklarda durak adları neler olacak?" vs vs.

Sonunda buluşma noktası tramvay durağına geldim. Tramvay yolcularını bekliyordu ve bir Japon turist grup dışından ve içinden olmak üzere bir sürü fotoğraflarını çektiler. Onları izlerken güneşin yanı sıra yüzümü, esintisiyle ısıran rüzgar nedeniyle beremi ve atkımı donandım. O sırada tramvay zilini çaldı ve gitti. Arkadaşım nihayet geldiğinde ikinci tramvay da kalkmak üzereydi. Biz de upuzuuuun caddeye doğru ilerledik. Konuşmalarımız arasında dükkan ve insan ayrıntıları gözümden kaçmıyordu ki tam o esnada Alkazar' ın önüne geldik ve kapalıydı. Kalbimin içinden bir tüy kopardılar sanki.. acıdı. "..uzun süredir yaşadığı zorluklar nedeniyle 1 mart tarihinde kapılarını kapatacak..." diyordu ilgili haberde ve son bir film seyredememiştim. İşte ilk duygu geldi !.. tüy koparılması ve acıma hissi...

Bir sonraki adımda ise birden sokakta yılbaşı ışıklarının asılı olduğunu farketmemizdi. Işıltılı bir avizeyi andıran süslerden sokağın karşılıklı iki tarafında da asmışlardı, görüntüleri öyle cezbediciydi ki arkadaşım dayanamadı ve makinesini çıkartıp onları kareye hapsetmek istedi. Görüntü, binalarla içiçe girdiğinden güzel bir kare elde edemedik ama bu sırada biz bununla uğraşırken ellerinde birinin kamera, diğerinin mikrofon olan iki genç bize doğru yaklaştılar ve röportaj yapmak istediklerini söylediler. Buyursunlar, dedik ve soru geldi. "efendim  bazı şahıslar, firmalar
vatandaşların kimlik bilgilerine ulaşmışlar, konu şimdi inceleniyor ve dava açılacakmış, bu konudaki düşüncelerinizi ve hislerinizi öğrenebilir miyiz?" "Amanın, böyle bir durum mu var... tabii ki kendimi güvende hissetmem, ne fena bir şey bu.. kim vermiş bu bilgileri, nerden nasıl?!" diye biz çocuğu daha beter soru yağmuruna tutmuşken ve röportajda tam bitmek üzereyken hemen arkamızda bulunan mağaza güvenlik görevlisi el kol işaretleriyle araya girip "burda çekim yapmayın kardeşim" dedi.. bizim sokağın ortasında olduğumuzu algılamayan bu şahısla kameraman ve diğer çocuk ilgilenirlerken, biz "kolaylıklar" dileyip, bizi daha hangi sürprizlerin beklediğini bilmeden gülümseyerek adımlarımızı aheste atmaya başladık.

Galatasaray Lisesinin yanındaki (fransız sokağında giden sokaktır) sapaktan girip ilginç hediyelik eşyaları olan bir dükkana girdik. 3 katlı mağazada bir seramik ustasının sergisi de varmış şansımıza, onu da gezdik. İlk çağdan ve bazı kazılardan çıkan parçalardan esinlenerek yaptığı seramikler takdire şayandı. Tamamen ilkel metod kullanarak hazırlanmış eserlerdi. Ordan çıktığımızda bizi bir başka hazine bekliyordu köşe başında. YKY Kazım Taşkent Sergi Salonunda "Semiha Berksoy Sergisi - Ben Yaşardım Aşk ve Sanatla".  Cumhuriyet dönemi sanatının sembolü olan Berksoy’un 100. doğum yılı nedeniyle iki salonda adına sergi açılmıştı. Bir solukta onu da gezdik. video kayıtlarını, söylediği arya ve şiirleri izledik. Geniş bir zaman yelpazesinden geçiverdim. Nazım Hikmet' i, Fikret Mualla' yı, hayatında yer etmiş insanların objelerini, mektuplarını, tuvale, kağıda, beze, perdeye yaptığı resimleri hayranlıkla izledik uzaktan  hayatını izleyen gizli seyirciler gibi.


Ordan çıktığımızda üzerimizde yaşanmış kocaman bir hayatın ağırlığı, gözlerimizde yorgunluğu vardı. Sergi çıkışlarında etkileyici bir filmden çıkmış gibi olurum genellikle. Bir hayat başlar, gelişir ve sonuçlanır ve ama içindeki minik minik ayrıntılar, çok objektifli gözler tarafından algılanıyormuşcasına odaklandığı yerlerde gezinir, dans eder ve renklerini bırakıp öylece gider. Sonrasında o tortulardan, sanki şarapta dinlendirilmiş gibi gezinen bedenimi alır, hayatın içine sokmaya çalışırım. Bu sefer tavanları geniş ve renkleri gözü yormayan bir kafeye kendimizi buyur ettik, zeytinyağı eşliğiyle servis edilen özel ekmekleri tabağa banarken artık kendi hayatlarımızdan pasajlara geçmiştik bile.

Midemizle senkronize olan beynimiz artık yeni görüş sahalarına çıkmaya hazırdı. Doymuş bir mide gibisi yoktu bana göre ! Başka objelere kanalize olmanın en iyi yoludur bu. Hem eskilerin güzel bir lafı da cabası; "aç ayı oynamaz" 

Sonraki durak Odakule' nin içinden geçerek çok farklı bir başka mekana ilerlemek. Hava hala güzelliğini koruyor, her ne kadar güneş; kendini yeni gelin gibi nazlasa da aydınlığı bile yetiyor bu güne. Rehavetli adımlarımız,  tamiratta olan Pera Palas' ın önüne geliyor. Açık olsaydı orda da nostaljik bir gezinti hiç fena olmazdı diye düşünürken; arkadaşım beni, onun biraz ilerisindeki bir dükkana doğru çekiştirdiğinde anlıyorum yeni bir mekanla tanışacağımı. Minicik bir dükkan, bir masal paragrafında durmaktan canı sıkılmış ve gelip burda kendi atmosferini yaratmış bir yer görünümünde. 


Adı da sevginin kaynağından..." Herşey aşk' tan" ne hoş değil mi? Amblemi de çok ilginç. Üstelik kendi özel yapımları şekerleme, badem-fıstık ezmeleri ve çukulata satıyor. Özellikle badem ve fıstık ezmesinin ağıza atıldığında damağa yaydığı lezzetle, bir anda kendimi çukalatadan şekerden pastadan yapılmış ev ve bahçenin içinde Hansel ve Gretel ile mutluluktan kendimi kaybetmiş vaziyette yerken buldum. 


 Böyle hissetmemin sebebi ise sadece şekerlemeler değildi tabii ki.. dükkan sahibi de masallardan, küçük mutluluk objelerinden ve şekerli tatlardan keyif alan  biri ki; bu tatları kuru kuru bir poşete, ya da jelatine koyarak satmak yerine her boyda (inanamazsınız miniminicik kutu bile var) ve kapağında mutlaka melekli, kalpli, sincaplı, köpekli, gemili, aklınıza ne kadar şey gelirse sevimli-büyüleyici minik objeler bulunan kutularda servis ediyor. Yani tadımlık ve aşk' la sunulan bir şey hem damağımızda hem de görselimizde kalıyor. Minicik bir kutu eşliğinde ordan aşk' la ayrılıyoruz. 

 

Farkında olmadan yüzümüze gelip yerleşen tebessümle birlikte Pera Müzesi' ne giriş yapıyoruz. Bir dehanın sergisini ziyarete geldik. En üst kattan başlayan, Picasso' nun oyma baskılarla hazırladığı sergide aşk, çıplaklık, tutku, kaos, portre, mitolojik temalar ve yaşam öyküsel göndermeleri bulunuyor. Bazı gravürlerin sadeliği beni daha fazla çekiyor. Belki kocaman bir yumağa dönüşen günün sonuna geldiğimde, kaotik duruşların yüreğimi yorduğundan olsa gerek. 

Gün bitti. Gözümün gördüğü tüm ayrıntıları nakış gibi işleyerek aktarmak istedim bu sayfaya.. eminim eksik kalanlar olacak, "beni anlatmadın !" diye hayıflanan anlar... Onlar da bir başka cümlenin giriş kelimesi ve sandık açıldığında ilk dışarı atlayacak olanlar olacaktır. 

Ağız tadıyla ve aşk' lı günler..






{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-




not:görsellerGoogle'dan alıntıdır.


2 yorum:

  1. Hem İstanbulun bir ucunda oturup hemde bu kadar aktif sosyal hayatı olan güzeller güzeli arkkadaşım. Sana bu enerjiyi hiç kaybetme diyorum..EEE bende buralara gitmek istiyorum beni ne zaman götüreceksin:-))

    YanıtlaSil
  2. derhal ! her yolculuk farklı öykü demektir, bu sefer de seninle bir öykü oluştururuz ne dersin? :)

    YanıtlaSil

{ಠ,ಠ}
|)__)
-”-”-


Dikkat Spama düşen yorumlar denetimden geçerek yayınlanacaktır.

:)

;)

:D

:(

=(

:@

:X

:O

:P

:F

:Y

:A

<3


:T

:H