12 Eylül 2010 Pazar

asl' olan gitmektir...



Yurdum sınırlarında bayram yaşanıyor. Şeker tadında, tatlı kıvamında. Bunlardan pek nasibimi aldığımı söyleyemeyeceğim doğrusu. Zira ne ziyaret edilecek ailem var, ne de akrabalarım. Sadece Bodrum-Turgutreis' te yaşayan ablam ve ailesi var, onlarla da telefon destekli görüşmelerle, kameradan el öpmelerle (!) işi halletmeye çalışıyoruz. Ancak bu bayram ziyaret ettiğim bir yer vardı ki görülmeye değerdi cidden ve fotoğraflarla kayıt altına aldığımdan bu günü mutlaka paylaşacağım. Öncelikle ne zamandır görüşmediğim dostum Nessuno ile bir bayram kutlaması yaparız kendi aramızda dedik ve havayı da güzel gördüğümüzden bir ada yapalım mutlaka, bunlar yazın piyasadaki son günleri ve altın değerinde diye düşündük (daha doğrusu Nessuno düşündü). O zaman hava güzel olursa suya değmek de caiz olur hissiyatıyla yanımızda su geçirir giysilerimizle yola çıktık. Bostancı iskelesinden artık vapurdan bozma motor irileriyle adalara gidilmekte. Bizim gideceğimiz ada Kınalı mı, Burgaz mı olsun diye düşünürken "marta koyu" ndan bahsedince Nessuno, birden ilgimi çekiverdi. Bir kadın ismiyle anılan koyun öyküsü de, yola martı çığlıklarıyla eşlik edince pek keyiflendim. 



 



Karaya ayak bastık ve tepemizde uçuşan martı sürüsünü görünce Orhan Veli' yi de anıverdik. Denizdir bu yorar, acıktırır bizi diyerek, bir kaç nevale almak için etrafa bakındık. Can bu ya; tam da o anda simit istedik. Bir tane simitçi bulamadık (pastahane simitleri hariç) Olsa olsa fırınlarda vardır deyip fırın aradık. Verilen tarife göre yürüdük, bulamayınca bir kez daha birine sorduk ve daha önce hiç bilmediğimiz daracık sokaklarını keşfeder bulduk kendimizi. Fırına vardığımızda ise asırlık bir çınarla karşılaştık. 







600 yıldır Burgazada' da yaşayan Çınar ağacının önünde saygı ile eğildik. Bir simit almak için fırın aramak ve o fırına ulaşmak için daha önce geçmediğimiz sokaklardan geçerek, sonunda günümüze taç gibi konacak bu ağaçla tanıştık. Peki simit bulabildik mi? Kocaman bir HAYIR ! :) Ama bunu dert etmedik tabii ki, zira simit isteğimiz bizi amaca ulaştırmıştı. Biz de kendimizi isteklerimize bıraktık ve önümüze ilk gelen pastahaneden birşeyler alıp, başladık yürüyüşe. Deniz kenarından yokuşa doğru tırmandık. Koyu görür gibi olduk ama inişi bulmak için biraz bakındık. Zira oldukça dik bir iniş söz konusuydu.




Önümüze gelen yoldan emin olarak inip, meşhur Marta' nın koyuna vardık. Toplasan 12-13 kişiydik. İki derisi köseleye dönmüş bembeyaz saçlı deniz adamı, şezlong-şemsiye hizmeti veriyorlardı. Ayrıca isteyene çay, kahve ve soğuk kola ile su . Şezlonga serilen havlu ve peştemala bedeniyle eşlik etti Nessuno ancak bu yürüyüşün ardından beni serin bir deniz paklardı. Nitekim kendimi suya bırakıverdim. Şehir içinde onca kalabalıktan bir anda sıyrılıp, sanki dünyada bir kaç kişinin bildiği herkesten uzak bir sayfiye yerindeydik işte. Beynim bedenim sıfırlandı. Sadece dalga sesleri vardı sahile vuran. Güneş tüm ısısını veriyordu biz aşağıdakilere. "nasılsa eylül güneşi, bir şey olmaz kremlenmesem" diye düşünsem de vücudumda dolaşan ışınlar rüzgar kesildiğinde acıtmaya meyilli olduğunu fısıldıyordu. Çareyi biraz kremlenmekte, çokça denize girmekte buldum. Nevalelerimizi çıkartıp yedik, denize girdik, çokça sohbet ettik, etrafı gözlemledik. Dönüşe ayarladığımız bedenlerimizi sakince yola çıkardık. Nessuno önde, ben arkada indiğimiz yolu bir daha gelmek arzusuyla yukarı tırmandık.





Dönüş yolunda bulutlar sarmaya başladı göğü sanki "zamanında kalktınız" der gibi. Sonbaharın bu tatlı zamanlarını seviyorduk. Üstüne hafif bir şey almakla almamak arası, biraz üşünse bile kolları sıvazlayınca ısınılan, biraz daha havaya direnilen ama o sıcaklardan sonra asla şikayet kelimeleri kullanılmayan bu havaları seviyorduk. Pastırma yazı daha olacaktı ve biz yine gelecektik buraya bunu da biliyorduk. 




  
Dönüş için belirlediğimiz vapur saatine daha vardı ve aşağıda bir kafede demli çay yanında cevizli-bademli bir çörek iyi gidecekti. Vapura bindik, herkes gün yorgunluğunu tatlı bir rehavet olarak yüzünde yansıtarak sakince oturuyordu. Bostancı' da şampiyonda bir kokoreç ve ayranla artık günü tamamen kapatmış ve yol ayrımına gelmiştik. Vedalaştık ve Nessunoyu kendi güzergahına yolculadım.








Minibüs rüzgar gibi uçtu gitti. Gün bitti. Keyifli bir günün tadı, içinde türlü macerasıyla damaklarımızda dağıldık, evli evine, köylü köyüne, evi olmayan (niyeyse?) fare deliğine... :) 








{ಠ,ಠ}
|)__) 
-”-”-





not: kullanılan görseller M©MENT©arşivindendir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

{ಠ,ಠ}
|)__)
-”-”-